Sayfalar

15.08.2018

Kuşlar Yasına Gider


Baba,oğul arasındaki sevgi ve ilişkiyi anlatan bu kitapla yazarla tanışmış oldum.Yıllar önce bir trafik kazasında bir bacağını kaybeden Aziz beyin yeni bir protez yaptırmak için Ankara'da yaşayan oğluna gelmesiyle başlıyor.

İlerleyen sayfalar da gençliğinde şoförlük yapan babasının geçmişine uzanıyor ailesiyle olan ilişkisini irdeliyoruz.Hastalığı sürecinde Ankara Denizli arasında yolculuk yapıyor ve buram buram Anadolu kokan türküler dinliyoruz.

Varoluş sebebimiz olan babaları ne kadar tanıyor,ne kadar anlayabiliyoruz? Yazar yaşam mücadelesin de eksik yanlarımızı gösterirken okuyucuya kendini sorgulatmayı başarmış.

Alıntılar;
''Çünkü, diye devam etti babam; hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar''

''Büyük ihtiyaçların küçüldüğü, küçük ihtiyaçların büyüdüğü döneme yaşlılık diyorlar.''

''O insanların yüzleri var ya yüzleri, dağıttıkları çaydan daha sıcaktı.''

''Bizim kapımız hiç içeriden kilitlenmedi ki oğlum, dedi kendi kendine konuşurcasına; biliyorsun, gece gündüz anahtarı üstünde durur, kim gelirse açar girer.''
Gömü'ye giriyoruz, dedi bana, buradan yavaş geç.
Vitesi küçülttüm hemen, yolu incitmekten çekinircesine yavaşça geçtim kasabanın içinden.
Radar mı var burada, diye sordum o sırada, her defasında onun için mi uyarıyorsun beni?
Yok, dedi.
O halde, dedim; vaktiyle burada kaza geçirdin de, netameli bir yer olduğunu bildiğin için uyarıyorsun?
Yok, dedi yine.
Yüzünü buruşturarak, sol bacağını elleriyle tutup biraz daha sağa, öteki bacağının yanına aldı.
İki yıl evvel karakış nasıl bastırmıştı hatırlarsın, dedi gözlerini yoldan ayırmadan; neredeyse saat başı, kötü kötü haberler geliyordu memleketin her tarafından. Kopan çığların, kapanan yolların, iptal edilen uçak seferlerinin, irtibat kurulamayan köylerin ve yolda belde mahsur kalanların haddi hesabı yoktu.
Bunların Gömü'yle ne ilgisi var, dedim.
İşte o karakış bastırdığında, diye devam etti babam; televizyonun verdiği akşam haberlerinde gördüm ben Gömü'yü. Üzerinden geçtiğimiz şu yolda bir sürü araba mahsur kalmıştı, kamyonlar, TIR'lar, otobüsler ve otomobiller yarı bellerine kadar kara gömülü vaziyette, peş peşe, öylece bekliyorlardı. İnsanlar çaresizlikten, avuçlarının içine hohluyordu camlarda; titremekten bir hâl olmuş, çeşit çeşit yüzlerce insan. Aralarında çocuklar, hatta henüz memeden kesilmemiş ufacık bebeler de var tabii... İşte o vakit bu Gömü'nün ahalisi hep birlikte ellerinde battaniyelerle, çeşitli yiyeceklerle arabalara doğru koştu karların içinden. Kamyonculara, otobüs yolcularına yiyecek verdiler, çay dağıttılar o soğukta.
Durdu babam, son cümleyi söylerken sesinin rengi değişmişti; öne doğru eğilip boynunu uzatarak 
yutkunmaya çalıştı ama yutkunamadı ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Ben o sırada ne yapacağımı bilemedim.
Len Müslüman, durduk yere niye ağlıyorsun sen, dedi annem arka koltuktan; kendi derdimiz bize yetmiyor mu? Yolda kalanlara yiyecek vermişler,çay dağıtmışlar işte, ne var bunda ağlayacak?
Yahu, dedi babam hıçkırıklarının arasından; o insanların yüzleri var ya yüzleri, dağıttıkları çaydan daha sıcaktı.''



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder